Sayfalar

6 Şubat 2014 Perşembe

Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyelerinin Yükümlülükleri ve Yasaklı Eylemler


         1. GİRİŞ

1.1.            Genel Olarak
Anonim Şirketler (AŞ),  tüzel kişilikli işletmeler oldukları için yönetim işlerini yürütecek bir organa ihtiyaç duyarlar. Çünkü şirket pay sahipleri, yani genel kurullar, AŞ’lerin yapısı itibariyle şirketin yönetim işlerinin tamamını yürütebilecek niteliği haiz değildir. Çok yavaş hareket eder ve her karar geniş kapsamlı usuli işlemlere tabidir. Ancak şirket idaresi ve özellikle de dışarıya karşı temsil, çabukluk gerektiren olgulardır. Ayrıca tek sorumluluğu taahhüt ettiği sermayeyi ödemek olan bir ortağın şirketin her türlü idare ve temsil işleri ile ilgilenmesini beklemek doğru olmaz. Bu sebeplerle genel kurul, bu işleri yürütecek başka bir organı yetkilendirir. Bu organa da Yönetim Kurulu (YK) denir.


Burada belirtmek gerekir ki genel kurul tarafından verilen yönetim yetkisi, YK’nın üyelerine değil, organın kendisine verilir. Ancak bu organ gerçek bir kişi olmadığı için yorum ve muhakeme yeteneklerine de sahip değildir. Dolayısıyla aslında YK’nın iradesi, üyelerinin iradeleri toplamının bir yansımasıdır.

Böyle bir yapı içinde, YK üyelerinin sahip oldukları gücü suistimal etmelerini önlemek ve iradelerini ortaya koydukları sırada aslolanın Kurul’un iradesini yansıtmak olduğunu unutmamaları için bir dizi önlemler alınmıştır. 6102 sayılı Kanun ile pay sahibi olmayanlara da YK üyesi olabilme hakkı tanındığı için bu önlemler daha da bir önem kazanmıştır.


1.2.            Önlemler
Hukuk tarafından, YK üyelerine karşı alınmış olan bu önlemleri iki ana başlık altında toplayabilmek mümkündür: Yükümlülükler ve yasaklar.
OECD ilkelerinde de YK üyeleri, iyi niyetle, işin gerektirdiği ihtimam ve dikkati göstererek ortaklık ve pay sahiplerinin menfaatlerini gözeterek hareket etmelidirler denilerek bu önlemlere vurgu yapılmıştır.[1]
Yönetim, gözetim, özen, bağlılık, menfaat çatışmasından kaçınma, eşit işlem uygulama yükümlülüklerinin yanında, şirket esas sözleşmesi aracılığıyla yeni yükümlülükler ekleyebilmek de mümkündür[2]. Esas sözleşmenin hukuki niteliği sebebiyle, değişiklik sonucu getirilecek olan yeni yükümlülüklerin de görev başındaki YK üyelerini bağlayacağı kabul edilmelidir.

Şirketle işlem yapmak, şirkete borçlanmak ve rekabet etmek ise YK üyeleri açısından yasaklanmış eylemlerdir.


         2. YÜKÜMLÜLÜKLER

2.1. Özen ve Bağlılık Yükümlülüğü
TTK 369. maddesinin 1. fıkrasında şöyle denmektedir: “Yönetim Kurulu üyeleri ve yönetimle görevli 3. kişiler görevlerini tedbirli bir yöneticinin özeniyle yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak gözetmek yükümlülüğü altındadırlar.”  denmiştir.

“Özen ve Bağlılık Yükümlülüğü” başlığı altında bulunan bu maddeyi parça parça analiz etmek daha uygun olacaktır. Hükmün ilk bölümü şirketin yönetimi ile görevli olan “herkes”e tedbirli bir yönetici ölçütü kapsamında özen yükümlülüğü getirmektedir. İkinci bölümü ise yine bu kişilere şirket menfaatlerini dürüstlük kuralı kapsamında gözetmek yükümlülüğü, yani bağlılık yükümlülüğü getirmektedir.

Yukarıda geçen herkes kavramı ise, hükümden de anlaşılacağı üzere YK üyelerini ve yönetimle görevli 3. kişileri kapsamaktadır. Yönetimle görevli 3. kişiler kavramı da aslen, 367/1 ve 370/2 hükümleri ile yönetim ve temsil yetkilerinin devredilebileceği kişileri, yani müdürleri ve ticari temsilciler ile ticari vekilleri de kapsar [3]

6762 sayılı Kanun’un konuya ilişkin olan 320. maddesi ise şu şekildeydi: “İdare meclisi azalarının şirket işlerinde gösterecekleri dikkat ve basiret hakkında Borçlar Kanununun 528 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü tatbik olunur”. 6762 sayılı Kanun ile TTK’yı karşılaştırıldığında göze çarpan ilk farklılığın atıflı sistemin kalkmış olduğudur. Bu şekli değişikliğin yanında yapılan esaslı değişiklik ise basiretli iş adamı ölçütünün terk edilerek tedbirli yönetici ölçütünün getirilmesidir[4]. Kanunun gerekçesinde de bu durum teyit edilmektedir.

İçerik ile ilgili bir diğer fark ise, mülga TK’nın sadakat yükümlülüğü içermediği görüşüdür. İsmail Kırca’nın savunduğu bu görüşe karşın Ersin Çamoğlu’nun[5] mülga TK’ye ilişkin değerlendirmelerinde, sır saklama yükümlülüğü, rekabet yasağı, ortaklıkla işlem yapma yasağı ve görüşmelere katılma yasağını sadakat yükümlülüğünün özel uygulama halleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani Çamoğlu, aslında eski TK’nin de sadakat yükümlülüğü içerdiğini söylemektedir. Netice olarak, sadakat yükümlülüğünün eski kanun ile yeni kanunun farkı olup olmadığı tartışmalı olup, kanaatimce sadakat yükümlülüğünün yukarıdaki nedenlerle eski kanun zamanında da var olduğunu kabul etmek gerekir.

2.1.1. Özen Yükümlülüğü (Duty of Care)
TTK 374/1’de “…her çeşit iş ve işlemler…”  denilerek YK’ye oldukça geniş bir görev alanı tanımlanmıştır. 369. madde ile de YK üyelerinin bu geniş yetkiyi kullanma sınırı çizilerek, AŞ sisteminin ve organizasyon yapısının sürdürülebilirliği sağlanmak istenmiştir.

TTK 553. madde ile yöneticilerin sorumluluğunda kusur şartı aranmıştır. Kusurun kıstasını ise özen yükümlülüğü belirlemektedir. Bu açıdan, yöneticilerin herhangi bir işlemden ötürü sorumlu olup olmadıkları özen yükümlülüğü aracılığıyla belirlenebilir. Yani sorumluluğu olduğu iddia edilen kişinin, tedbirli bir yöneticinin özeni ile hareket ettiği tespit edilirse, kusursuzluluğu da tespit edilmiş demektir. Bu bağlamda sorumluluğu da ortadan kalkacaktır[6].

2.1.1.1. Tedbirli Yönetici
Yukarıda da bahsedildiği üzere kanun koyucu eski kanun zamanında özen yükümlülüğünün ölçütü olan ve atıflar sonucu ulaşılan “basiretli iş adamı” kavramını terkederek tedbirli yönetici kavramını kullanmış ve bunu da gerekçede[7] açıkça ifade etmiştir. Kanun koyucu, gerekçede artık özen yükümlülüğünün eskisinden daha geniş kapsamlı olduğunu, çünkü işletme konusu ile bağlılıktan vazgeçtiklerini açıklamıştır. Bunun yanında, Yargıtay’ın basiretli iş adamı kıstasını çok ağır bir şekilde uyguladığını, böylesine ağır uygulanan bir hükmün de YK üyelerini de bağlamasının hakkaniyete aykırı olacağı kabul edilmiştir.

6103 sayılı TTK Yür. H.K. 26/2’de özen ve bağlılık yükümlülüğüne ilişkin 369. maddenin TTK’nın yürürlülüğe girdiği tarihte görülmekte olan davalara uygulanamayacağına karar veren kanun koyucu, zımni olarak yükümlülüğün eski kanuna göre daha da ağırlaştığını kabul etmiştir[8].

Doktrinde basiret sözcüğünün “gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, önsezi, vizyon” anlamlarını karşılaması sebebiyle, tedbir sözcüğünden daha uygun bir kullanım olacağı savunulsa da bu görüşe katılabilmek mümkün değildir[9]. Zira kanun koyucu basiret anlayışını, Yargıtay’ın uygulamaları sebebiyle terkettiğini ifade etmiştir. Yani, tedbir kelimesi, sözlük anlamı en uygun olduğu için değil, YK üyelerini basiret kelimesinin uygulama alanından kaçırmak amacıyla kullanılmıştır. Bununla beraber, uygulamadaki basiretli iş adamı ölçütünün terk edilmesini eleştirmek de mümkün değildir. Çünkü basiretli iş adamı, tacirin sorumluluğudur. YK ise tacir değil, tacir olan tüzel kişi AŞ’nin bir organıdır. Burada tacir gibi sorumluluk YK’ye değil, YK üyelerini seçen ve pay sahiplerinden oluşan GK’ye yüklenmelidir. Kısacası, YK üyelerinin yaptığı işte basiretli iş adamı gibi davranmak zorunda olduğu değil, GK’nin YK üyelerini seçerken basiretli davranarak seçim yapmak zorunda olduğu kabul edilmelidir. Aksi ise ticaretin risk taşıyan bir iş olduğunu, kazanmak kadar kaybetmenin de bu işin bir parçası olduğunu da kabul etmek gerekeceğinden, YK üyelerinin sorumluluk alanını bir tacirin ki kadar geniş tutmak hakkaniyete aykırı olacaktır.

Tedbirli yönetici ölçütü, ilgili yöneticinin kendi şirketindeki tedbirli diğer bir yöneticiyi değil, benzer faaliyetler yürüten ve benzer şartlardaki ortalama bir tedbirli yöneticiyi temel almaktadır. Fakat gerekçede de belirtildiği üzere bu karşılaştırmada uzman bilgisi aranmamakta ve özenin sınırı nesnel olarak belirlenmektedir. Nesnellikten de, görevi yapabilecek kadar yetkin olma, konuya ilişkin bilgileri değerlendirebilme ve gelişmeleri yakından takip edebilecek kadar yetenek ve öğrenim kazanmış olmanın anlaşılacağı, yine gerekçede belirtilmiştir.

Fakat uzman bilgisinin aranmayacağına dair görüş doktrinde tartışılmaktadır. Maddeye, Alman AktG 93’ün kaynaklık ettiğini savunan bu görüşlerin[10] dayanak noktalarından birisi de İsviçre Mahkemeleri’nin kabul ettiği, görevin kabulünde özenli davranılması yükümlülüğüne vurgu yapmaktadır. İsviçre Federal Mahkemesi verdiği kararlarda tekstil sektöründe denetçilik yapan bir kişinin, fiyat gelişmelerine ilişkin olarak yeterli bilgi ve birikime (uzmanlık seviyesinde) sahip olmadığı için ya uzman bir kişiye danışması gerektiğini ya da görevi reddetmesi gerektiğini savunmuştur. Yine bir bankaya YK üyesi olan bir başka kişi için de, yeterli bilgi birikimine (uzmanlık seviyesinde) sahip olmak zorunda olmadığı, buna ayıracak zamanı olmadığını, şirketin daha acele meseleleri ile uğraşması gerektiği savunmasını reddederek, yeterli bilgi birikimine sahip olmayan kişilerin teklif edilen görevi başından reddetmeleri gerektiğini, aksi halde bu eksiklikten doğan zararlardan sorumlu olacaklarını kabul etmiştir. Ayrıca bu görüşler, ileride anlatılacak olan ve TTK bağlamında kabul edilen Business Judgement Rule kapsamında da herkesin görevi kabulde özen yükümlülüğü olduğunu savunmaktadır. İşte bu sebeplerle de uzman bilgisi olmayanın görevi kabul etmemesi gerektiği görüşü doktrinde yerini almıştır[11].

Doktrindeki bu görüşe karşın öncelikle belirtmek gerekir ki, kanunun gerekçesinde tedbirli yönetici ölçütüne Alman Hukuku’nun kaynaklık etmediği ifade edilmiştir. Dolayısyla, Alman doktrininde savunulan şirketin lehine olanı yapmak, zararına olandan muhakkak kaçmak gibi ağır bir yükümlülüğün, özenin ölçütü olamayacağı, kanun koyucu tarafından en başında duyrulmuştur. Bu yüzden Alman öğretisini esas alan mahkeme kararlarını baz alarak hükmü yorumlamak isabetsiz olacaktır. Kaldı ki yukarıda da belirtildiği üzere, yetenekleri ve uzmanlığı konusunda GK üyelerine yanlış bir izlenim vermeyen ve konuya ilişkin bilgi düzeyi bilinen bir kişiye görevi kabulde özen yükümlülüğü yüklemek yerine, GK’ye göreve seçimde özen yükümlülüğü yüklemek daha isabetli olacaktır. Yine, görevi kabul eden kişinin uzmanlığa ilişkin sahip olduğu eksikliği, bir başka uzmana danışarak gidermek zorunda olduğunu aksi halde görevi bırakması gerektiğini kabul etmekle beraber, bunun YK üyelerinde uzmanlık bilgisi aranacağına bir karine oluşturmadığı, aksine seçilen kişinin uzman derecesinde bilgiye sahip olması gerekmediğinin bir delili olduğunu düşünmek daha isabetli olacaktır.

Ayrıca bir diğer görüş olan belli sektörlerde uzmanlık aranacağı iddiasının da genel hukuk kuralları itibariyle doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Bu görüşe göre, örneğin bankacılık sektöründe YK üyesi olabilmek için kanuni (BankK) bazı şartlar aranmaktadır. Şartlar incelendiğinde ise kanunun özellikle uzman yönetici aradığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle bir banka YK üyesinin özen yükümlülüğü değerlendirilirken “uzman bir tedbirli yönetici” kıstası kabul edilmelidir. Fakat burada da, uzmanlık şartının TTK 369’dan değil, BankK’dan kaynaklandığını; dolayısıyla TTK’nın tedbirli yönetici kıstasında uzmanlık aranmadığını, bankacılık sektöründeki uzman tedbirli yönetici kıstasına BankK ile ulaşıldığı göz ardı edilmemelidir.

2.1.1.2. Business Judgement Rule (İşadamı Kararı)  
Business Judgement Rule (BJR), Amerikan Şirketler Hukuku’nda Özen ve Bağlılık yükümlülüklerinin (Duty of care and loyalty) sınırını çizmeye yarayan bir araç olarak kullanılmaktadır. TTK Gerekçesi’nde de, özen yükümlülüğünün sınırını belirlemek için Alman doktrinindeki katı anlayış yerine Amerikan doktrinindeki BJR’nin kabul edildiği ifade edilmiştir.

Amerikan yargı kararlarında, şirket ortaklarının, yöneticilere karşı şirketin çıkarlarını iyi niyetli olarak korumadığına dayanarak açtığı davalarda, yöneticilerin bir karine ile korunduğu kabul edilmiştir[12]. Bu karineye göre, kendilerine olan güvene, iyi niyete, sadakat ve özen yükümlülüklerine ilişkin suçlamalar bu karine kapsamında korunmaktadır[13].  TTK’nın meclisteki ilk halinde de 369. maddenin 3. fıkrası bu karineyi kabul ediyordu. Dolayısıyla BJR ve dolayısıyla özen ve sadakat yükümlülüğünün sınırı olarak Alman Hukuku değil, Amerikan Şirketler Hukuku sistemi kabul edilmiş diyebilmek mümkündü. Ancak daha sonra bu maddenin Kanun’dan çıkarılmış olması ile BJR, ispat yükünün YK üyesinde olduğu Alman Hukuku’nda ki şekle[14] dönüştürülmüş ve bu da doktrinde haklı olarak “çağdaş düzenlemelere uyum sağlamanın akamete uğraması”[15] olarak değerlendirilmiştir.

BJR ispat yükünde yapılan bu değişikliğin ardından, 6335 sayılı Kanun ile TTK 553 değiştirilmiş ve yöneticilerin sorumluluğu kusur sorumluluğuna çevrilmiştir. Kusur sorumluluğunda ise ispat yükü, iddia sahibine aittir. Bu sayede kanun koyucu, kanunun tasarı halindeki sistem olan Amerikan Sistemi’ne geri dönmüş ve sorumlulukta ispat yükünü yeniden ortaklara yükleyip, YK üyelerini dolaylı olarak mezkur karine ile tekrardan koruma altına almıştır.

ABD Şirketler Hukuku’na göre, bir yönetici karar verirken iyi niyetli (good faith – bona fide) hareket etmiş, benzer pozisyon ve şartlar altındaki tedbirli bir kişinin (prudent person) göstereceği özeni göstermişse ve kararın şirket çıkarları için en uygun seçenek olduğu makul bir şekilde kabul edilebiliyorsa; o halde mahkeme, YK kararının içeriğini, şirketi zarara uğratmış olsa dahi, daha fazla inceleyemez[16].

Bazı Amerikalı yazarlara göre, uygulamada BJR YK üyeleri açısından oldukça güçlü bir karine (presumption) oluşturmaktadır. Öyle ki, şirket fonları üzerinde sahtekârlık ve güveni kötüye kullanma dışındaki hallerde bu karineyi çürütebilmek imkânsız hale gelmiştir[17].

Netice olarak, YK’nın usulüne uygun olarak aldığı ve şirketin amaç ve konusu dâhilinde olan bir kararda üyeler; şirket işlerini özenli bir şekilde takip etmiş, toplantılara katılmış, iyiniyetli, tarafsız ve bağımsız hareket etmiş, uzmanlara danışmış ve özenli davranmışlarsa[18] BJR kapsamında özen ve sadakat yükümlülüğünü yerine getirmişlerdir.

2.1.2. Bağlılık/Sadakat Yükümlülüğü (Duty of Loyalty)
TTK’nın gerekçesinde, “Birinci fıkrada yer alan, şirket menfaatinin dürüstlük kuralına göre gözetilmesi gereğine ilişkin temel özen kuralı 6762 sayılı Kanunda açık olarak öngörülmemişti. Bu yüküm ile, yönetim kurulu üyesinin kişisel menfaatini, hakim paysahibinin veya paysahiplerinin ve onların yakını olan gerçek ve tüzel kişiler ile üçüncü kişilerin menfaatini, şirketin menfaatinin önüne geçirmemesi kastedilmiştir. Hüküm, menfaatler çatışması bulunan hallerde yönetim kurulunun gerekli önlemleri almasını ve arm’s length temelinde yani, hakim ortağı ve onun yakınlarını kayırmadan şirket için, şirketin menfaati için rekabet şartlarına uygun olarak pazarlık yapmasını ifade eder. Hüküm yönetim kurulu üyesini ayrıca rekabet yasağına uymak dışında şirkete karşı kapsamlı bağlılık yükümü altına sokar; içerden öğrenenlerin ticareti yasağına ve kendi kendisiyle iş (sözleşme) yapmak kurallarına uymasını zorunlu tutar.”[19] denilerek, hiç bir anlaşmazlığa mahal bırakmadan yükümlülüğün kapsamı açıklanmıştır.

Bağlılık yükümlülüğü[20], özünde şirketin çıkarlarını, kendi çıkarları da dâhil olmak üzere, her türlü diğer çıkarın üzerinde tutmaktır.

Müzakereye katılma, şirketle işlem yapma, şirkete borçlanma, rekabet etmeme, sır saklama, güveni kötüye kullanmama, şirket fonlarını kendi çıkarları için kullanmama gibi kurallar sadakat yükümlülüğünün özel görünüş şekilleridir.

Bununla beraber, kanun koyucu bazı halleri özel olarak düzenleyerek, bunların sadakat yükümlülüğüne aykırı olduğunu belirtmiş ve bu konuları yöneticilerin insiyatifine bırakmamıştır. Bunlar SPK 17/3, SPK 21, TTK 393, TTK 395/1-2, TTK 396 vb. maddelerdir[21].

Fakat şirket toplulukları açısından TTK 369/2 ile yerinde bir istisna getirilmiştir. Gerekçede de belirtildiği üzere, şirket menfaatinin, şirketler topluluğu menfaatinde üstün tutulmasını beklemek irrasyonel bir bekleyiş olacaktır.

Ancak belirtmek gerekir ki maddede “203 ila 205” denmiş olması sebebiyle 204. maddenin de istisna kapsamına dâhil edilmiş olması yazarlarca hata olarak değerlendirilmiştir[22]. Beraberinde, 202. maddenin de bu kapsama dâhil edilmemiş olması eleştirilmiştir[23]. Fakat 202. maddenin eleştirilerine yönelik olarak, TTK Gerekçesinde bir açıklama mevcuttur. Buna göre, 202. madde ile getirilen istisnanın belli şartları gerçekleşmediği halde YK üyeleri yargılanabilecektir. Kanun koyucu da yargılanacak kişiler bakımından 369. maddenin de uygulanabilmesini istemiştir.

2.2.            Görevin Bizzat Yerine Getirilmesi Yükümlülüğü
TTK 390. Maddenin 2. fıkrası, YK üyeleri görevini bizzar yerine getirme zorunluluğu getirmektedir. Buna göre, YK üyeleri bir başka üye yerine temsilen oy veremez veya katılmadıkları toplantıya vekillerini yollayamazlar.

Fakat YK üyesi tüzel kişiler açısından bu zorunluluk aranmayacaktır. Zira gerçek kişi olmayan bir kişinin bizzat toplantılara katılarak oy vermesi düşünülemez. Kanun tüzel kişilerin bir temsilci vasıtasıyla görevlerini yürütebilmesine olanak tanımaktadır.

Gerekçede de yazıldığı üzere, bu yükümlülük 6762 sayılı Kanun’dan aynen alınmıştır.

2.3.            Diğer Yükümlülükler
TTK, YK üyelerine özen ve bağlılık yükümlülüklerinin dışında da bazı yükümlülükler yüklemiştir. Ancak bu yükümlülüklerden bazıları sadakat yükümlülüğünün bir yansıması olduğundan[24] tekrardan incelenme gereği duyulmamıştır.

Bunların dışında esas sözleşme ile YK üyelerine yeni yükümlülükler yüklemenin önünde bir engel olmadığı yukarıda belirtilmişti. Burada doğacak sorun ise, esas sözleşme değişikliği ile YK üyelerine getirilecek yeni yükümlülüklerin bağlayıcılığıdır. Kanaatimce, bunun da önünde bir engel bulunmayıp, esas sözleşme değişikliği ile getirilen yeni yükümlülüklerin görevde bulunan YK üyeleri bakımından bağlayıcı olmayacağı, değişiklikten sonra seçilen veya görevde olmasına rağmen değişiklikten sonra yeniden seçilen YK üyeleri bakımından öne sürülebilecektir.


          3. YASAKLAR

3.1.     Şirketle İşlem Yapma Yasağı
TTK’nın 395. maddesinin 1. fıkrasında  “Yönetim kurulu üyesi, genel kuruldan izin almadan, şirketle kendisi veya başkası adına herhangi bir işlem yapamaz; aksi hâlde, şirket yapılan işlemin batıl olduğunu ileri sürebilir. Diğer taraf böyle bir iddiada bulunamaz.” denmiştir.

6762 sayılı mülga kanun ile yeni kanunun düzenlediği şirketle işlem yapma yasağı karşılaştırıldığı zaman, yasağın kapsamının “şirket konusuna giren ticari bir muamele”den[26], “herhangi bir işlem”e genişletildiği görülmektedir. Doktrinde bu düzenleme, kanun gerekçesinde de belirtildiği üzere konuyu belirsizliklerden kurtarması ve artık şirketle işlem yapma yasağı değerlendirmesi sırasında şirketin faaliyet alanı incelemesi yapma zorunluluğunu kaldırmasından dolayı memnuniyetle karşılanmıştır[27].

Bununla beraber temsilcinin yetki aşımı konusunu düzenleyen ultra-vires yasağının da kalkmış olması ile bu yasağın artık şirketin faaliyet alanı ile sınırlandırılması da anlamını yitirmiştir[28].

Yukarıda da belirtildiği üzere bu yasağın temelinde sadakat yükümlülüğü yatmaktadır. Zira bu yasakla asıl korunmak istenen şirket çıkarlarının herşeyden üstün tutulması prensibidir[29].

Madde metnine bakıldığı zaman, bu yasağın mutlak olmadığı ve GK kararıyla kaldırılabildiği veya sınırlandırılabildiği anlaşılabilmektedir. Doktrinde bu yasağın önceden kaldırılabileceği gibi, daha sonra alınacak bir kararla da kaldırılabileceği[30] de belirtilmektedir. Bu görüşün oldukça isabetli olduğuna katılmak gerekir. Zira madde metninde “… şirket yapılan işlemin batıl olduğunu ileri sürebilir.” denmektedir. Yani izinsiz yapılan işlem doğrudan batıl, baştan itibaren geçersiz ilan edilmeyerek, işlemin akıbeti şirketin insiyatifine bırakılmıştır. Aslında burada görünen batıl kelimesi, hukuken kullanılan “baştan itibaren hükümsüz” yerine “iptal edilebilirlik” anlamına gelmektedir.

Ayrıca yasağı kaldırma kararının genel nitelikli olabileceği gibi sadece belli bir işlemi de kapsayabileceği görüşü[31] de bulunmaktadır. Ancak genel nitelikte verilen izinlerin TTK 371/2 kapsamında kalan işlemleri kapsamayacağı görüşü kabul edilmektedir[32].

GK tarafından iznin yalnızca belli YK üyeleri için verilmesi için, yönetim kurulu üyeleri arasında eşitlik prensibi ilkesinin ihlali olduğunu savunan görüşler bulunmaktadır[33]. Ancak kanaatimce mezkûr ilke yalnızca genel izinler için uygulanabilir. Bunun dışında belli bir işe özel olarak verilen izinler, YK üyelerinin tamamına verilebileceği gibi, üyelerden birine veya birkaçına da verilebilir. Bu durumun, YK üyeleri arasında bir eşitsizlik oluşturduğunu kabul etmek zor gibi görünmektedir.

3.2.            Şirkete Borçlanma Yasağı
3.2.2. TTK m. 395 Kapsamında Şirkete Borçlanma Yasağı
TTK 395/2’ye göre “Pay sahibi olmayan yönetim kurulu üyeleri ile yönetim kurulu üyelerinin pay sahibi olmayan 393 üncü maddede sayılan yakınları şirkete nakit borçlanamaz. Bu kişiler için şirket kefalet, garanti ve teminat veremez, sorumluluk yüklenemez, bunların borçlarını devralamaz. Aksi hâlde, şirkete borçlanılan tutar için şirket alacaklıları bu kişileri, şirketin yükümlendirildiği tutarda şirket borçları için doğrudan takip edebilir.”.

6335 sayılı Kanun ile bu hüküm TTK daha yürürlülüğe girmeden değiştirilmiştir. Böylelikle pay sahibi olan YK üyeleri ve yasaklı kişilerin ortak oldukları şirketler açısından bir değişiklik yapılmıştır.

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşıldığı gibi, TTK şirkete borçlanma açısından pay sahibi olanlar ve olmayanlar ayrımı yapmaktadır. Bu ayrım, 358. madde ile pay sahibi olanlara bazı durumlarda şirkete borçlanabilme ayrıcalığı tanınarak yapılmıştır. Bu şartlar gerçekleştiği zaman genel hüküm olan 395. madde değil, özel hüküm niteliğindeki 358. madde uygulanır.

395. madde pay sahibi olmayan YK üyelerini ve bunların 393. maddede sayılan yakınlarını kapsamaktadır. Bu yakınlar da 393. maddede, YK üyesinin alt-üst soyu, bunların eşleri veya üçüncü derece dâhil üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları olarak belirlenmiştir. Her ne kadar hükümde belirtilmemiş olsa da, tüzel kişi temsilcileri de tıpkı bir YK üyesi gibi bu yasak kapsamında kabul edilmelidir[34].

Borçlanma yasağının sınırı değerlendirilirken, yasa koyucunun bu yasağı hangi amaçla getirdiğine bakmak doğru olacaktır. Kanun koyucu, 358. madde gerekçesinde şirkete borçlanma yasağına ilişkin fikirlerini beyan etmiş ve ticari hayatta sıkça görülen, YK üyelerinin şirket kasasını kişisel harcamaları da dahil olmak üzere birçok işi için kullanmalarının önüne geçmek istediğini anlatmıştır. Dolayısıyla hükmün amacının şirkete karşı her türlü borçlanmadan ziyade yalnızca tüketim ödüncünü kapsadığını söyleyebiliriz[35]. Bu sebeple bir YK üyesi, şirketten bir taşınmaz kiralarken, yasağa takılmayacaktır.

Hükümden anlaşılan bir diğer yasaklı eylem, şirketin maddede anılan kişiler için kefalet, garanti ve teminat veremeyeceğidir. Mesela, YK üyesinin çektiği kredi için, şirket kefil olamaz, taşınmazları ve alacakları üzerinde rehin tesis edemez[36].

Bu yasağa uymamamnın müeyidesi de yine TTK 395/2’nin son cümlesinde yer almaktadır. “Aksi hâlde, şirkete borçlanılan tutar için şirket alacaklıları bu kişileri, şirketin yükümlendirildiği tutarda şirket borçları için doğrudan takip edebilir.” hükmünden oluşan son cümle, şirkete borçlanma yasağını ihlal eden kişileri, şirket alacaklıları tarafından doğrudan takip edilebilme ile cezalandırmaktadır. Bu hüküm için; gereksiz olduğu, zira bu uygulamanın zaten İİK 89 ile gerçekleştirilebildiği eleştirisi de yapılmaktadır[37].  Bunun yanında, hükmün şirketin kefalet veya teminat verdiği kişileri de kapsaması da hakkaniyete pek uygun değildir.

TTK 395/2’yi ihlal edenler için ayrıca, 6335 sayılı Kanun ile TTK 562/5 (c)’ye cezai hüküm eklenmiştir. Buna göre 395/2’yi ihlal edenler en az 300 gün adli para cezası ile cezalandırılacaktır.

Burada doğan bir diğer sorun ise tıpkı kapalı mekânlarda sigara içme yasağı gibi cezasını ödemeyi göze aldığınız her seferinde şirkete borçlanma yasağını delip delemeyeceğinizdir. Yani 300 günden az olmamak üzere adli para cezasının karşılığını ödeyip, şirket alacaklıları tarafından doğrudan takip edilmeyi göze alan bir YK kurulu üyesi, artık şirketin kasasından dilediği parayı çekebilecek midir? Burada 2. cümledeki işlemlerin geçerliliğini koruyacağı kabul edilmektedir[38].

TTK 395’in 3. fıkrasında da 202. madde hükmü saklı kalarak, şirketler topluluğu üye şirketlerinin birbirine kefil olup, garanti verebileceği ifade edilmektedir. Ancak bu madde 6335 sayılı Kanun’dan önce getirilmiş bir madde olduğu için, değişiklikle beraber anlamını da yitirmiştir[39]. Çünkü şirketler topluluğuna dâhil şirketten kasıt, yasaklı kişilerin ortak olduğu şahıs ve en az yüzde yirmi pay sahibi oldukları sermaye şirketleridir ki bu kıstas 6335 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır. Bu yüzden 3. fıkranın artık çok da gerekli bir madde olmadığı ortadadır.

Nihayet TTK 395. maddenin 4. fıkrası ise Bankacılık Kanunu’nun 50. maddesini kast etmektedir. Bu maddede konu Bankacılık açısından daha teferruatlı olarak incelenmiş olup, TTK ile mezkûr maddenin hükümsüz kalmasının önüne geçmek için 395/4 hükmü getirilmiştir.

3.2.2. TTK m. 358 ile Getirilen İstisna
6335 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu TTK 358 “Pay sahipleri, sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu hüküm analiz edildiği zaman; pay sahiplerinin, taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa ettikten sonra ve şirketin de serbest yedek akçelerle birlikte karı geçmiş yıl zararını karşılayacak düzeydeyse artık şirkete borçlanılabileceği sonucu doğmaktadır. Yani pay sahibi olmayan bir YK üyesi, esas sözleşmede yapılacak bir düzenlemeyle 50.000 TL sermayeli bir şirketi 5.000.000 hisseye böldürtüp, hissedarlardan birisinden yalnızca 1 kuruş karşılığında bir hisseyi alırsa artık 358. maddeden yararlanabilecektir. Dolayısıyla bu denemenin 3.2.1. numaralı bölümünde anlatılanlar aslında ekseriyetle yok hükmündedir.

3.3.            Rekabet Yasağı
TTK 396. maddesi YK üyelerinin rekabet yasağını düzenlemektedir. Rekabet yasağı, GK’den izin almayan bir YK üyesinin, üyelik sıfatını taşıdığı tarih boyunca[40] ortaklığın işletme konusuna giren ticari iş ve işlemleri kendisi veya üçüncü bir kişi adına yapmayı veya aynı tür ticari işlerle ilgilenen bir şirkete sorumluluğu sınırlandırılmamış ortak sıfatıyla girmeyi yasaklayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani burada da şirketle işlem yasağında olduğu gibi GK iznine tabi bir olgu söz konusudur.

Doktrinde rekabet yasağı ihlali incelemesi sırasında yapılacak olan “ortaklığın işletme konusu” değerlendirmesinin dar yorumlanması gerektiği görüşü bulunmaktadır[41]. Burada esas sözleşmede yazılı olan faaliyet konusu değil, ortaklığın aktif olarak ilgilendiği alanın değerlendirme kapsamında olması gerektiği savunulmuştur. Zira rekabet yasağı aslen anayasal temel hak ve hürriyetlerden birisi olan çalışma hürriyetinin bir sınırlandırmasıdır.

Yasağın ihlalinin kapsamı ise, rekabet yasağının genel kapsamına benzer şekilde tazminat isteme, yapılan işlemin şirket adına yapıldığını sayma, yani işlemin tüm borç ve haklarını devralma[42] ve doğan menfaatlerin talep edilmesi haklarından birinin seçimi şeklindedir.

Eğer YK üyesi aynı konuda faaliyet gösteren başka bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olarak girmişse, bunun ortaklıktan ayrılmasını talep etmek de şirketin seçimlik haklarından birisidir. Sınırsız sorumlu ortaklık, AŞ ortaklığı, Ltd Şti ortaklığı, komandit şirkete komanditer ortak ve sınırlı sorumlu kooperatif ortaklığı dışında kalan ortaklıklardır.

Bunlara ek olarak rekabet ihlali yapan, yani sadakat yükümlülüğünü yerine getirmemiş olan bir üyenin gündemde bulunmasa dahi azli gerçekleştirilebilir. Çünkü bu bir haklı sebeptir[43].

Maddede yasaklı eylemin kapsamı olarak da “ticari işlem” gösterilmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere, rakip bir firma ile yapılacak kişisel bir işlem bu yasağın ihlali olmayacaktır[44].
Maddenin ikinci fıkrası, bu hakkı kullanma yetkisini ilgili üye hariç olmak üzere YK’ye vermektedir. Üçüncü fıkra ise, seçimlik hakları kullanabilme açısından bir zamanaşımı öngörmektedir. Bu da ihlalin öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her halde bir yıldır. Son fıkrada da, YK üyelerinin sorumluluklarına ilişkin hükümlerin, şirketin seçimlik haklarını kullanmasıyla son bulmayacağı, buna da ayrıca başvurulabileceği öngörülmüştür.

Belirtmek gerekir ki, ihlale karışan üye sayısı karar nisap sayısının oluşmasını engelleyecek kadar fazlaysa, seçimlik hakkların kullanım yetkisi GK’ye geçecektir[45]. Ayrıca sorumluluğa ilişkin son fıkranın “hangi amaca hizmet ettiğinin anlaşılamadığı”na dair eleştiriler de mevcuttur[46].

Ek olarak, rekabet yasağının sadakat yükümlülüğünün özel bir biçimi olduğu yukarıda belirtilmişti. Bu yüzden, rekabet yasağı yalnızca YK üyelerini değil, tüzel kişi üyenin temsilcisi de dâhil olmak üzere sadakat yükümlülüğü ile bağlı bulunan herkesi kapsamaktadır[47]. Kanundaki rekabet yasağı hükmü, ayrıca yapılacak bir rekabet yasağı sözleşmesine de engel teşkil etmemektedir[48]. Yani şirket, üye ile masaya oturarak TBK kapsamında, üyenin benzer faaliyet alanında ki bir şirkette, belli bir bölgede 2 yıl boyunca rekabet etmemesine dair bir anlaşma yapabilir[49].

        4.  SONUÇ
Netice itibariyle, bir YK üyesi şirketini temsili sırasında, görevini özenli ve şirketine sadık bir şekilde yerine getirmelidir. Bu yükümlülük, yukarıda da anlaşılacağı üzere, anglo-amerikan, kıta avrupası ve OECD ülkeleri de dâhil olmak üzere birçok hukuk sistemi tarafından kabul edilmiştir.

Bu sebeplerle, bir YK üyesi bu yükümlülüğünü kesin olarak aksatmamak ve şirketi için en doğru olanı yapmak zorundadır. Aksi halde, şirket ortakları başta olmak üzere daha bir çok kişiye karşı sorumluluk davalarıyla karşılaşacağını bilmelidir.


KAYNAKÇA


·         Kırca-Şehirali Çelik-Manavgat, Anonim Şirketler Hukuku Cilt 1, BTHAE, Ankara, 2013
·         Akdağ Güney, Necla, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, Vedat, İstanbul, 2012
·         Pulaşlı, Hasan, Yeni Şirketler Hukuku Genel Esaslar, Adalet, Ankara, 2012
·         Kendigelen, Abuzer, Yeni Türk Ticaret Kanunu Değişiklikler Yenilikler ve İlk Tespitler, XII Levha, İstanbul, 2011
·         Poroy-Tekinalp-Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, Vedat, İstanbul, 2010
·         Paslı, Ali, Anonim Ortaklık Kurumsal Yönetimi, Çağa Hukuk Vakfı, 2004
·         Garner, Bryan A., Black’s Law Dictionary Pocket Edition, 2001
·         Karahan, Sami, Ticari İşletme Hukuku, Mimoza, 2011
·         http://lawcorporations.wikia.com/
·         http://scholar.google.com/











[1] Paslı, Ali, Anonim Ortaklık Kurumsal Yönetimi, Çağa Hukuk Vakfı, 2004
[2] Akdağ Güney, Necla, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, Vedat, İstanbul, 2012, s. 3
[3] Kırca-Şehirali Çelik- Manavgat, Anonim Şirketler Hukuku Cilt 1, BTHAE, Ankara 2013, s. 655
[4] Pulaşlı, Hasan, Yeni Şirketler Hukuku Genel Esaslar, Adalet, Anakara, 2012, s. 643
[5] Poroy-Tekinalp-Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatifler Hukuku, Vedat, İstanbul, 2010, s. 299
[6] Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 657
[7] 6102 sayılı Kanun Gerekçesi, Gerekçe 2008
[8] Akdağ Güney, s.128
[9] İlgili görüş için, Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 658-659
[10] Akdağ Güney,  s. 128
[11] İlgili görüş için, Pulaşlı, s. 644
[12] Gimbel v. Signal Cos., 316 A.2d 599, 608 (Del. Ch. 1974)
[13] Cede & Co. v. Technicolor, Inc., 634 A.2d 345, 361 (Del. 1993)
[14] Akdağ Güney, dipnot 379, BJRde ispat yükü Alman Hukuku’nda YK üyesindedir
[15] Kendigelen, Abuzer, Türk Ticaret Kanunu Değişiklik, Yenilik, İlk Tespitler, XII Levha, 2011, s. 222
[16] Aronson v. Lewis, 473 A.2d 805, 812 (1984)
[17] Garner, Bryan A., Black’s Law Dictionary, 2001
[18] Pulaşlı, s. 645-650
[19] TTK Gerekçesi, 369. madde 1. fıkra
[20] Kimi yerlerde Sadakat Yükümlülüğü (İng. Duty of Loyalty)
[21] Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 663
[22] Kendigelen, s. 221
[23] Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 663
[24] TTK 393 vb.
[26] 6762 sayılı Kanun 334. fıkra
[27] Kırca, Pulaşlı ve Kendigelen düzenlemeyi isabetli olarak yorumlamışlardır.
[28] Akdağ Güney, s. 144
[29] Çamoğlu, (Poroy/Tekinalp), s. 290
[30] Akdağ Güney, s. 144
[31] Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 666
[32] Kırca, (Şehirali Çelik-Manavgat), s. 666
[33] Akdağ Güney, s. 144
[34] Kırca,(Şehirali Çelik-Manavgat), s. 672
[35] Kırca, s. 673
[36] Kırca, s. 673
[37] Kendigelen, s. 244
[38] Kendigelen, s. 286
[39] Kırca, s. 678
[40] Pulaşlı, s. 689
[41] Çamoğlu, s. 291
[42] Kıraç, s. 698
[43] Kıraç, s. 699
[44] Çamoğlu, s. 292
[45] Pulaşlı, s. 666
[46] Kendigelen, s. 245
[47] Kırca, s. 688
[48] Kırca, s. 690
[49] Karahan, Sami, Ticari İşletme Hukuku, Mimoza, 2011